Bana herşeyiyle yabancı olan bu ülkeye gelme cesareti veren şey, yalnızca senin burada oluşundu.Seninle olabilmek için kendi ellerimle söküp çıkardım köklerimi toprağımdan ve yanında yeniden kök salmak istedim
Herhangi bir doktrine bağlı olmayan Maxwell Anderson, gazeteci Harold Hickerson’un Sacco ile Vanzetti davası için yazdıklarından etkilenerek toplumsal görüşlerini açığa çıkaran “Şimşeğin Tanrıları”nı yazmıştır. Oyunu izlerken bu dönemin bir özetini görürüz.
Oyun 1920’lerin ve bir sonraki dönemin protestocularını dramları arasındaki farkı gösterir. Oyun Sacco ile Vanzetti dramının sadık bir aktarması değildir. Ama olayın gerçekleri konusundaki spekülasyonları da içerir. Oyuna katılan romatik Suvorin karakteri deliller konusunda kuşkular yaratır. Oyunun alt yapısı olan sosyal dram ise gerçek olaya göre oldukça romantik çizilmiştir. Yazara ilham veren düşünürler, Marx ve Lenin değil Bakunin, Sorel ve Kropotkin’dir. Yani Marksistlerin “aklı karışık idealistler” diye tanımladığı anarşistler ve sendikalistlerdir. Suvorin karakteri ise Balzac’ın Goriot Baba’sındaki suçlu Vautrin’nin yirminci yüzyıl kopyası değildir.
Oyun Anderson’un topluma ilişkin görüşlerini yansıttığı gibi daha sonraki şiirsel oyunları Kraliçe Elizabeth, Winterest, Kralların Maskesi ve Knuckbacker Tatili’nden de izler taşır. Tıpkı bu oyunlar gibi “Şimşeğin Tanrıları”da bütün hükümetlere olumsuz yaklaşır ve adaletin “tecelli edeceği” konusundaki inançsızlığını belirtir. Bay Anderson’un açık sözcüsü olan Suvorin idealistlerle şöyle konuşur: “Hükümetler yoktur. Yalnızca daha fazla güç için savaşan zalimler vardır. Bu her zaman böyle olmuştur, her zaman da böyle olacaktır.”…
Uçsuz bucaksız gibi görünen Bozkır, sapsarıydı, kupkuruydu. Bozkı, suya hasretti, yeşile hasretti.
Bir gün bir avuç genç geldi. Bozkır’ı yeşermeye and içti. Gece demediler, gündüz demediler çalıştılar. Kışın donduran soğuğundan, yazın kavuran sıcağından yılmadılar. Onların çabalarıyla alay edenlere aldırmadılar. Su getirdiler taa uzaklardan, fidan diktiler tüm Bozkır’a.
Gün geldi Bozkır’ın rengi değişmeye başladı. Yeni gençler katıldı onlara, içleri umut doldu.
Yıllar geçti, yemyeşil oldu Bozkır. Fidanlar büyüdü, ağaç oldu ve Bozkır’ın kaderi değişti. Bozkır’ın taptaze yeşili, ışıl ışıl yayıldı çevreye. Bozkır’dan yükselen ışık, tüm ülkeyi aydınlattı.
Bu kitap, Bozkır’ı yeşertenlerin öyküsüdür.
Küçüğüm, sanki yedi sekiz yaşındayım. Bizim evin önünde toz toprak içinde futbol oynuyoruz. Arkadaşlarımın çoğu biraz ilerideki teneke mahallesinden çingeneler. Aramızdaki en iyi oyuncu Rober, Mersinli bir Musevi ailesinin oğlu. O yıllarda Çingenesi, Kürdü, Türkü, Arabı, Çerkezi, Ermenisi, Musevisi hep birlikteydik. Ayrılık gayrılık yoktu aramızda. Hepimiz Türk’tük. Yanlış anlamayın,Dikran’ın Ermeni asıllı, Mahmut’un Arap asıllı olduğunu bilirdik ama onlar da bizim kadar Türk’tü, bize öyle öğretilmişti. Keşke kardeşi kardeşe düşman edenlere karşı, kin yerine sevgiyi aşılayabilsek herkese.
Aile kavramı, ulusların, toplumun ve bireyin özünü oluşturan tarihsel bir süreçtir. Her ailenin bir geçmişi vardır ve bu ayni zamanda bireyin yaşam öyküsüdür. Aile, soy kökeninin devamı sağlayan ve evrimsel geçmişini sürdüren bir olgudur. Her insan, kökeninden bir şeyler taşır ve onu gelecek kuşaklara aktarır.
Aile geçmişi, ülke geçmişini de betimler. Yaşanan devrin olaylarını, gelenek ve törelerini, ortadan kalkanları, yerine konanları ve yeni kuşaklara aktarılacak olanları da belirler. Aile geçmişini sürdüren anı, anlatı, yazılı bilgi ve belgelerdir, yani şeceredir.
Bu kitapta, Ege Denizi’nin karşı kıyısındaki Selanik’te yaşamını sürdürürken, göç ederek İzmir’e gelen ve Kafkasya’dan yine zorunlu göç sonrası Eskişehir’e yerleşen iki ailenin, 150 yılı aşkın dönemi kapsayan, soy ağacı Öyküsü anlatılmaktadır. Bu süreç Ülkemiz, belki de Dünya tarihinin en çalkantılı ve sorunlu dönemidir. Her iki ailenin ortak yanı, kaçınılmaz bir göç sonrası birbirinden farklı coğrafyalardan gelerek, Ege Denizi kıyısında, İzmir’de buluşma sonrası bizlere köken vermiş olmalarıdır.
Öyküdeki atlara gelince; Bu soylu yoldaşların insanlık ve ailemiz tarihinde önemli bir yeri var. Onlar da insan oğlunun gelişimi ile at başı bir evrim geçirerek her zaman aile yakınında olmuşlar ve olmağa devam edeceklerdir..
Unutmamak gerekir ki her yaşam, bireyin kendi soyundan köken alır ve insan kendi soy ağacına tırmanır.